20 Eylül 2010 Pazartesi

Ah İstanbul :)















Şiirlerde, şarkılarda, hikayelerde dinlerdim İstanbul'u. Fotoğraflarla izlerdim. Büyülenesim gelirdi. Haberleri izleyip, gazetelere bakınca korkardım o koca şehirden. Okulla gittiğim ufak geziyi saymazsak hiç gitmemiştim İstanbul'a. Dayımlrın teyzemlere ziyarete gideceğini öğrenince bende atladım hemen. 4gün kalacaklardı görebildiğim kadar yer görürüm düşüncesiyle çok sevindim. İstanbul'a yaklaşınca arabanın camından kafamı çıkarıp gördüğüm her ayrıntıyı beynime kazımaya çalıştım. Sıradan bir şehir ya burası derken bir kaç km sonra tarihi binaların modernize haliyle karşılaşıyordum ve bir kaç km sonrasında tamamen tarihle koyun koyuna kalıyordum. Sonraki kilometrelerde gördüğüm gökdelenler, yüksek camlı yüksek binalar, pahalı arabalar, siyah takımlı insanlarla başka bir atmosfere giriyordum yine. Ara sokaklara girdiğimde sıradan insanlarla karşılaşıyor eğer gerçekten bakarsam yoksullukları da çok açık görebiliyordum. Boğaziçi köprüsünden geçerken "İnsan ille de intihar edeceğim diyorsa burada etmeli" diye düşünmekten alamadım kendimi. :P Ben şaşkın şaşkın arabanın camından bakınırken teyzemlerin evine geldik. Herkes uzun zamandır görmediği akrabalarıyla özlem giderme peşindeyken benim umrumda değildi bunlar dayımın kolunu tutmuş dışarı çıkalım diyordum. Yemek yemeliydik önce. Yemek kimin umrunda ki demek istedim ama şımarıklığın lüzumu olmadığını biliyordum. Kuzu kuzu yemeğimi yedim muhabbetimi ettim. Sonunda dışarı çıkabilecektik. Önce zeytinburnunu dolaştık, fazla albenisi yoktu ama İstanbul'un bir parçası olması yeterliydi benim için. Her ayrıntısını kafama kazımaya çalışıyordum. Tabiri caizse ayaklarımıza kara sular inene kadar gezdikten sonra eve döndük. Bir an önce uyumak ve bir sonraki günümü en güzel şekilde geçirmek için can atıyordum.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltının hazırlanmasına ve ev işlerine tüm gücümle yardımcı olmuştum. Bir an önce hazırlanıp dışarı çıkabilmek için. Bakırköye gidecektik.

Bakırköy'ün kalabalığı beni çok etkilemişti. Her yerden farklı tipte bir insan çıkıyordu. Arkadaş grupları, aileler, yaşl teyzeler, aşıklar. İnsanlar yürüyor, konuşuyor, gülüyor, alışveriş yapıyor, yemek yiyordu. Her şey çok kalabalık ve hızlıydı. Lakin tüm bunlar çok güzel görünüyordu gözüme. Dönüş yolunda sürekli konuşuyordum. Teyzem ve yengem beni dinlemekten bıkmış, dedikoduya başlamışlardı. :D Eve geldiğimiz de yemek yedim ve eniştemin gözünün içine bakmaya başladım. Bu gece arabayla Avrupa Yakasını gezdirecekti bize. 4.Levent, Bebek ve daha bir çok semti anlattı. Fazla vaktiğimiz olmadığı için gezilecek bir çok yeri atlamak zorunda kalsam da gezdiğim yerler yeterli geliyordu. Rumeli Hisarı'ndan Bebek'e kadar deniz kenarından yürüdük. Boğaziçi köprüsünü ışıl ışıl görebiliyordum. Solumda lüks tenkeler ve deniz sağımda ise hoş mimariler vardı. Eve geldiğimizde çok yorgundum hemen uyudum. Bir sonraki gün Taksime gidecektik.

İstiklal Caddesine girdiğim de çeşit çeşit vitrinler, binalar, özgün insanlar, fotoğraf çekmeye çalışırken objektiflerime atlayan tontoş dedecik hepsini sevmiştim. Yanımdan geçen her dikkat çekici insanı, bütün binaları inceliyordum. Zaten vitrinlere meraklı olan ben farklı fakrlı vitrinlere baktıkça bakıyordum. İstiklal Caddesini günlerce gezebilirdim. Evi tamamen unutmuştum. Ama tüm o monoton yemek yapacağız, evdekiler bekliyor cümeleleriyle kendime geldim. Üzülerek eve döndüm. İstanbul'da gezerek geçirebileceğim son günümde bitmişti. Ama dolu dolu günler olmuştu benim için. Ayırca ailemle de fazlasıyla eğlenmiş, İstanbul'dan tam anlamıyla mutlu dönmüştüm.

Ve İstanbul'da asla okumak istemeyen ben İstanbul'da okuma isteğiyle dolup taştım o günden sonra. Korkum silindi gitti. Üniversite yıllarımı -herkesin söylediğine göre en güzel yılları- iyisiyle kötüsüyle o güzel şehirde geçirmek ve hiç unutmamak istiyordum.

Bu günlüğümsü yazımı şiirimsi bir yazıyla kapatayım ben artık o zaman :)

İstanbul'dan gitmenin en güzel yanı,
İstanbul'a dönmektir.


demiş birisi. Ne de hoş demiş.

13 Eylül 2010 Pazartesi

SEN! Evet SEN!
Yüzü kızaran!Bir metre kare yere bin kurşunun düştüğü yerde, şehit düştü atan. Hiç mi titremedi o elin! Vatan toprağını satana "evet" dedin!
..
Ya SEN! Ya SEN! Ağlayarak bana bakan! Okumadın mı gençliğe hitabımı?İçerden işgal ediliyor vatan!
Silkele üstündeki tozu, emdiğin süt haram olmadan!!

12 Eylül 2010 Pazar

Türkler Uçuyooo! Hem de nasıl ;D

OHA OHA OHA!! Onlar nasıl saniyelerdi öyle yarabbiiim.
Türk olduğum için bi kez daha gurur duydum!













Kalbim ağzımda attı, mutluluktan gözlerim doldu resmen.
Spikerler bile psikopata bağladı be 4 saniye sonunda
-Kerem Tunçeriiii Kerem Tunçeriiii Kerem Tunçerii!! ....
-KAZANDIIIIIIIIKKK!!
boğazları patlayana kadar haykıdrılar. :')) Böyle gözlerim doluyo, ellerim alkışlamaktan kızarmış, dışardan sesler geliyor falan. Çok güzel anlar yaşattın bize 12 DEV ADAM.

S-Se-Se Semiih Erdeeen ;D

TÜRKLER UÇSUN ABD KORKSUUUUUN!

Yarın tüm ayrılıkları bırakıp hepimiz Türklüğümüzü hissedicez o maçta. Devlerimiz elinden gelen her şeyi yapacak ve bize kazansalar da kaybetseler de muhteşem anlar yaşatacaklar, eminim.

Yarın ABD'ye karşı iki zor mücadele birden vereceğiz. Hayırlara vesile olacak umarım ikisi de.

Devlerimize inanıyoruz! Türkiye'ye inanıyoruz! ;')

9 Eylül 2010 Perşembe

HAYIRlı bayramlar (:

Ben bu bayramları falan severim. Üstelik benim bayramların hiç bir zaman eğlenceli geçmez yine de severim. Ama bu bayram değişikti. Çokça siyaset konuşuldu bir kere. Alışkın değilim. Genelde defalarca tekrarlanan "Nasılsın?" "Aysel Teyze'nin kızı evleniyor, Muhammer'in oğlu sünnet oluyormuş" tarzı muhabbetlerle kısacık ziyaretleri sonlandırırdık. E gezcek yer çok, 15dk'dan fazla oturan olunca insan şaşırıyor resmen. Bayramda şeker tatlı falan yenmeli. Niye yemiyosunuz lan? Yiceksiniz, yiyiiiin. Sonra bu bayram şu dikkatimi çekti eskiden "Hoşgeldin kardeşim, bayramın kutlu olsun" diyen genç abilerim bu bayram bana "Hoşgeldin fıstık" dediler. Hahahyt.
Ayrıca babamla bayram ziyareti yapmaktan nefret ediyorum. Erkekler bence fazla aptallar. Gerçekten. Ben babamı bildim bileli içer. Sağlığı rezil durumda. Ama umru dışı. Bayram bittiği gibi başlayacak biliyorum. Neyse kısadan hisse bu halsizliği falan onu çok bi sinirlendirdiği için ota boka bağırıyor. Bayram günü çocuklar mutlu olmalıdır. E ben 18 yaşıma girmediğime göre hala çocuk sayılırım halla halla.
Akraba durumum da bok gibi. Ben şu topluca yenen aile yemeklerine çok özenirim. Öyle böyle değil ama accaayip. Ananene veya babaannede toplanılır. Teyzeler, dayılar, hala amca artık ne varsa gelir herkes. Sıcak yemekler, birbirine çarpan bardaklar, evde koşturan çocuklar, kadınların dedikoduları, erkeklerin futbol muhabbetleri, KAHKAHALAR vs vs. Böyle bir ortamım olsaydı hiç konuşmaz sadeece uzaktan izler, mutlu olurdum. Yani aslında bilmiyorum gerçekten böyle aileler var mı ki??? Yoksa sadece dizilerde ve kola reklamlarında mı oluyorlar? Ramazanda iftar yemeklerini ailecek yedik biz. Babam, annem, ben.
+Kaç yıllık evliyiz bi yemek yapmasını öğrenemedin be
-....
+Bu çorba çok tuzsuz!
-...
+Makarna niye yapmadın? Kaç defa söyledim pilav sevmiyorum
-...

-Aaa bilmemkim ölmüş
-Aa bilmemkim kansermiş sahi söyledim mi?

Ya babamın memnuniyetsizliği konuşur sofrada ya da annemin felaket tellalindan haberlice cümleleri. Bir de babam küfürleri eşliğinde biraz haberlerden bahseder o kadar.
Şimdi benim bir sorum var "Sıcak yemekler, tatlı muhabbetler, şen kahkahalar neredeeeee???" Bence onlar insanoğlunun zehirlediği bu dünyayı ve bizleri terketii. Kaştı onlar kaştı.

O değil de hala şeker toplamaya çıkıp -para yerine şeker alsa bile- heycanlanan, mutlu olan çocuklar var lan. Bak o güzel. Onların yirim. :*

Herkesin bayramı kutlu olsun. Muutlu bayramlar. :)

8 Eylül 2010 Çarşamba

her güzel şey gibi bu da bitti.















Annem babama "Senin ramazanın bitmedi dimi?" diye espirili bir soru yöneltince kafama dank etti. Olum ramazan ayı bitti. Bu şu demek; sahur yok, iftar yok, beraber yenen her hangi bir öğün yok. Gün içinde istediğin kadar su içebilirsin, acıktığında mutfaktan yemek alıp yiyebilirsin ama hep tek başına. Bu ayın bitişi, babam yeniden her gece kafayı çekebilir de demek aynı zamanda. Bu da bir bakıma 5 kat gürültü huzursuzluk falan demek. En çok buna üzülmekte ve kızmakta ve diğer olumsuz duyguları hissetmekteyim. Allam ramazanı daha çok ay yapamaz mıydın??????????????????!?














Tabular ne illet bir şeymiş arkadaş. En yakın arkadaşın bile normalin dışında bir şey yapmak istediğinde "Çok yanlış çooook" diye yapıştırıveriyor hemen. Ya bi dur. Önce bir sor "Neden yapıyorsun?" "Bu yaptığın şey seni mutlu ediyor mu, edecek mi?" Ama benim nedenlerim ve hislerim hiiiiiiiç önemli değil. Önemli olan toplum. Üstelik yapacağım şeyin o topluma hiç bir getirisi yada götürüsü olmayacakken. Yani arkadamdan "cık cık cık" dediklerinde ellerine geçecek şey sıfır. Arkamdan konuşmadıklarında da sıfır. Çünkü olay benim olayım. EEEEEEEE o zaman eeee??? Dünyada o kadar çok şey oluyor ki üzerine konuşalacak. İnsanların yaptıkları önemli şeyler var. İyi, kötü. Yapılacak, keşfedilecek çok fazla şey var. Ama hep bomboş şeyler dökülüyor ağızlarımızdan. Allam yarebbim. Bu boş şeyleri yaparken sorgulamak istemiyorum artık. Sadece dalgamıza baksak ya, sarhoş olup mutlu ölsek ya, mesela ya.

dipnot: Dünyadaki en güzel şeylerden biri karikatür olsa gerek. Bir diğeri de soslu spagetti.

5 Eylül 2010 Pazar

böcü.















Dershaneleri sevemiyorum arkadaş. Ötesi mi var. Aslında okulla kıyasla bi, kıyasla. Rahat kıyafetler, derste daha fazla konuşabilme imkanı, not korkusu yok, telefon yasağı o bu şu yasağı yok. Ama okuldaki ortam da asla yok. Tanımadığın bir sürü insan. Tamam yeni arkadaş ediniyosun falan ama kafana göre adamlar olmama ihtimalleri yüksek. Ayrıca Cumartesi Pazar uyunmaz mı lan. İşte bu illet varsa senin hayatında sabahın köründe uyanıyosun. Hop dershaneye koşuyosun. Bir de geç kalıyosun. Tüm arka sıralar işgal edilmiş. En ön sıraya oturup, koca gün sıkılmak zorunda kalıyosun. Önde uyuyamazsın da fazla. Hoca orada ders anlatırken en ön sırada adamın gözüne baka baka uyumak bana ayıp geliyor. Hayır o adamın yerinde ben olsam, o öğrencinin kafasına su falan dökmek isterim. En buzlusundan hem de.
Dün dershaneye başladım ben mesela. Hızlandırma dalgası işte ramazanda dershaneye gitmene sebep. Sahura kadar oturuyosun, uyuyana kadar sabah 6'yı görüyosun. 8'de yine uyanıp 9 dersine yetişmeye çalışıyosun. Sınıfın yarısı uyuyor, bi kısmı her soruya atlıyor "hocaam cevap şuuu" diyerek. Genelde de yanlış çıkıyor. Hayır soruyu yazmıyosun, işlem yapmıyosun, anında soruya atlıyosun, gürültü ediyosun. Soru çözme isteğime sıçıyosun. Nedir bu kendini kanıtlama isteği ya? Tamam çöz, sonucu da bağırmadan hocaya söyle. Bende orda sorumu çözmeye çalışıp durayım. Herkes mutlu olsun. Kimya örtmenimi çokça sevdim. Bir de matematikçinin "kübüsü" deyişini duymayı çok istiyorum.
Öyle yani. İşte dershaneler kaldırılsın, ben okula 6 gün bile gidebilirim falan. :P

4 Eylül 2010 Cumartesi

ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim.

" O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. "

K.İ.